Temmuzertesi

Kara kışta, Ocak soğuğunda buldun beni
Çocukluğum buz tutmuşken
Tuttun elimden gezdirdin sokaklarda
Elimde pamuk hayallerimle

Tek tek tamir ettin bütün oyuncaklarımı
Dizdin önüme en güzel arabalarımı

Ellerin yüzüme her değdiğinde
Akan yaşlarımdan sevdin beni
Yetmedi tuttun papatyalar dizdin
Çocukluğuma çıkan her taşa
Ellerinle topladın yabani otları
Ellerini gezdirdin toprağımda

Bir Ağustos sıcağında buldun beni
Ruhum dimağım kurumak üzereyken
Bir Temmuz sıcağında yanmıştım ben oysa
Sen aldın beni ben ettin

Sanki Dünmüş Gibi

Kim silebilir seni benden söylesene
Hangi aşk unutturabilir seni bana
Hangi ten söndürebilir içimdeki yangını

Sayısız gecelerde
Buz tutmuş ayaklarına yaptığım masajların rahatlığını
Ne verebilir ki bana

Sen uykuya dal diye
Başucunda okuduğum şiirleri
Kim silebilir kitaplardan

Ya da hangi kalem yazabilir
Çocuk sevdamla sana yazılmış
Sevda şiirlerini

Yollarına serdiğim papatyaları
Hangi bahçıvan eker
Hangi tüccar satar

Sen şiirlerimde devri daimsin
Bıraktığın ateş ise mahşere kadar yanacaktır
Bilesin

İsyan

Saatine baktı ve gitme vaktinin geldiğini fark etti. Yine iple çekilen mesai sonu gelmiş ve bir günü daha öldürmüştü. Alıştığı rutinde çantasını, dosyalarını işte şarj kablosunu falan çantasına tıktı ve turnikelerden hışımla çıktı. Yarın sabaha kadar özgür olduğunun düşüncesiyle gelen yanağındaki ufak kırışıklık ile yola koyuldu. Sahi bu kısa özgürlük kaçamakları ne kadar daha yetecekti ona? O kadar sıkılmıştı ki artık maskelerden, dar geliyordu kendine. Ruhu artık aklının ona verdiği rolü oynamak istemiyordu. İnatla yürümeye devam etse de ruhu bir takım sendikasal işlerle meşguldü. Attı çantasını bir yana çöktü kaldı bir bankta. İçeriden tam iman tahtasından vuran bir şey vardı. Sanki bir delik bulsa yırtacaktı koca göğsünü. Gözleri titremeye başladı önce. Ellerini ne boşlukta sallıyor ne de kavuşturabiliyordu. Koca evrende koyacak yer yoktu onları. Acilen bir yerlere gitme isteği geldi içinden. Kalkıp olanca kuvvetiyle gitmek istedi oraya. Fırladı ayağa ama çok geçmeden geri çöktü banka. Orası neresiydi? Nereye gitmek istiyordu olanca gücüyle? Bu zamana kadar en mutlu olduğu yerleri düşündü. Ama hayır bu listede yoktu orası. Gitmek istediği yeri bulamadığından çöktü kaldı. Gidecek yeri yoktu. İçerideki miting büyümeye başladı bu sırada. Tomalar tuzlu su ile müdahale etmiş olacak ki yanakları ıslanmaya başladı. Anlamlandıramadığı bir durumun içindeydi. Son zamanlarda sık sık olmaya başlamıştı. Olmadık anlarda gelen bu iç isyanlar yanaklarının ıslanması ile son buluyordu. Her ne kadar içeride tutmaya zorlasa da bir iki tanesine mani olamıyordu. Aslında bir salsa belki düzelirdi. Tuzlu su seansı iyi gelebilirdi ona. Ama o alışkın değildi ki buna. Bunca yıllık hayatında hiç izin vermemişti ki. Bünyesi alışkın değildi bir kere. O hep gülüp, mutlu olmaya, keyfine göre yönlendirmişti hayatını. Şimdi bilmediği bu topraklara adım atmak yabancı geliyordu ona. Bu seansa daha önce katılmamıştı. Nasıl sonuçlanacağını bilmiyordu belki. Belki de bundan korkuyordu. Korkularının üstüne gitmek gibi bir huyu vardır. Tekrar üstüne gitmek istedi korkularının. Ceplerini yokladı, çantasını, montunun her deliğine baktı ama bulamadı. Sanırım korkuların üzerine gitmek için doğru zaman değil diye düşündü. Bir dahakine yanında peçete ile gelmeye söz vererek kalktı banktan ve kalan özgür saatlerinin tadını çıkarmaya, evine doğru yola koyuldu… Nereden mi biliyorum bu kadar şeyi? Ben tanrısal anlatıcıyım da ondan.

Mezesiz Rakı

Bir anda oldu işte
Ben garsonu bekliyordum sipariş vermek için
Sen kadehime rakı oldun
Bense masaya meze

Sesimiz çınlatıyordu masayı şarkılarla
Tel tel türküler dökülüyordu ruhumuzdan
Her kadeh biraz daha bizi biz yapıyordu
İnceden alkolik hareketler yani

Önce ellerimden öptün
Sonra avuç içlerimden
Derken gözlerim gözüne denk
Dudaklarım dudaklarında promil testi

Hangi ara dudakların duvar
Ellerin tel örgü oldu bana
Daha mezelere dokunmamıştık
Sense kırdın kalktın kadehi
Oysa daha müzeyyen abla uğramamıştı masaya

Sahi kaçıncı kadehte oldu bunlar
Kaçıncı yudumda korktun benden bu kadar
Dudaklarındaki acı rakı tadıyla
Zor olmayacak mı uzaklaşmak

Son Akşam Yemeği

Çöktüm kaldım koltukta. Gözlerim masaya dalıp dalıp gidiyor. Hani şu dün gece kahkalarımıza ev sahipliği yapan masaya. Kadehlerin tokuşturulmaktan kırıldığı, mezelerin dans etmekten yenilemediği masaya. Çok değil bir kaç saat önce gözlerin gözlerime denk bir şekilde kadehime doluyordun. Söylesene ne oldu da böyle apar topar gittin? Ben mendil almaya kalkmıştım gözyaşlarımız için. Hangi ara sanki hiç gelmemiş gibi kalktın gittin? Ben balık olmakla meşguldüm o sıra, kadehin içinde çocukluğuma doğru yüzüyordum. Hangi akıntı çekip aldı seni benden. Nereye kayboldu kim bilir şimdilerde, çocukluğumuzun saklı olduğu kasetler. Ben arasam bile bulamam ki, sen bilirsin neyin nerede olduğunu… Edip abi bu masayı görseydi keşke. Eminim benim dokunmaya kıyamadığım, uzun uzun daldığım bu masa için söylenecek iki sözü vardır. Ben sussam sen anlarsın, konuşsam duyarsın, gülsem kahkahama ortak olur, ağlasam tuzlu su seansına benimle girersin. Peki sevsem…

Çocukluk Anısı

Bir kız çocuğu gördüm rüyamda.
Saçları,
Cam kenarı şehirler arası yolculuklardaki,
Buğday tarlaları gibiydi.
Gözlerinde umudumun tazelendiği,
Ellerime uzattığı ellerine
Yeni dünyalar kurabileceğim bir kız çocuğu.

Bilmem ki nasıl anlatsam size masumluğunu?
Öyle ki haberi yoktu daha,
Bembeyaz tenine, kirli gelirdi bu dünya.

Ellerinde düşsel oyuncaklarıyla,
Dolanıyordu etrafımda.
Düşümden düşmüştü,
Kırılgandı kanatları.
Sarmaya korktum incitirim diye.

Elime tutuşturdu tarağını.
Saçlarına karıştıkça karıştım,
Denk oldum bir anda ona.
Meğerse denk gelmişiz çocukluğumuzda.

Tek İstikamet Sen

Çöktüm kaldım yine kaldırımın kenarına. Çok değil bir kaç gün önce hani beraber oturduğumuz kaldırımdan bahsediyorum. Ben de istemezdim sevgili Bilge aramızda bir hır gür çıkmasını ama ne yaparsın mazi kalbimde bir yara. Her gün vedalaştığım tabakamdan dudaklarıma biraz daha zehir doldurdum ve senin açtığın yoldan aksi istikamete doğru yürümeye başladım. Yanımdan başı dolu insanlar geçti durdu. Sanki hepsinin yükü benden ağırmış gibi. Cadde boyu vitrinlere göz gezdirdim. Maşallah ne kadar kalabalık vitrinler, ceplerimizin aksine. Derken gözüm birden dükkanın birinde durdu. Elden düşme sevdalar satılığa çıkmış. Neler var içeride neler. Her bütçeye uygun sevda var. Mesela öyleleri var ki bir şiirlik canları bilge. İlk kıtanın bitmesini beklemeden mısra sonundan atıyorlar kendilerini. Niceleri var ki ömürlük şairleri rakı masasına meze yapar. Ne kalemdir böylelerin derdi ne de kağıt. Onlar şiirleri üst üste koyup basamak yaparlar. Ama ilk adımda başlarına yıkılır. Görsen miden kaldırmaz bu dükkanı. Ayağım düştü uğradım ben de yoksa işim olmaz bilirsin. Caddeler dar geldi sokaklara daldım. Soldan derviş sokağına saptım. Gözüme bir atölye ilişti. Aşıkların sözlerinden toplanmış bir bağlama ısmarladım sana. Gökten karanlık gecelerde içini aydınlatsın diye. Oradan çıktım masal sokağına saptım. Renk cümbüşüne kapıldığım bir dükkana girdim. Peri kızlarının, saçlarından ince ördüğü ipliklerle yapılmış bir fular ısmarladım sana. En soğuk gecelerde mahçupluğundan sarsın seni diye. Bir arkada kartal sokağı vardı. Burayı iyi bilirim. Hemen 3. dükkândaki kırtasiyeden kalemler ve defterler aldım sana. Eğer benimkiler biterse sen tamamla beni diye. Elim kolum sana doldu. İçip içip kapına dayanayım dedim. Ceplerimde çocukluğum, bozdurmaya kıyamadım. Son zamlardan sonra kimyager olan arkadaşlarım vardı. Onlara uğrayayım önce diye düşündüm. Ancak ham maddeyi ucuza bulunca onlar da kapıya dayanmaca tabii. Aklım ayık gönlüm ayyaş dayandım bir umut kapına. Çalar çalar gider diye düşünme. Zira ellerim dolu. El mecbur bağıracağım sabaha kadar adını.

Her Dilde Sen

Bin arpa boyu yol gitmişim de
Bir arpa boyu etmemiş gibi
Tabiplerin kapısında yatsam ne fayda
Hastalığım milyonda bir görülmemiş gibi
Önüme dizseler milyon dolarlar neyleyeyim
Cebimden şiirlerim çalınmış gibi

Hadi kalk gel
Bulalım şiir hırsızlarını saklandıkları pasajlarda
Zira benden aldıkları ne varsa senindir artık
Toplayalım çekmecelerden anıları da
Kalmasın gün yüzüne çıkmayan yanımız
Sere serpe sevelim

Hadi kalk gel
Kaldır beni düştüğüm yerden
Dizleri yara çocukluğum ellerinde
Sar onu en mahçup gecelerde
Sesimiz sokakları aydınlatırken

Ne varsa söyledim işte
Yoktur kalemimin kemiği
Dilimin ucuna takılmış bir şey var lâkin
13 harf 6 hece
Her dilde sana çıkan

Hadi gel
Al ağzımdaki baklayı

Sen’li Şiirler

Masada iki kişiyiz, sen’le ben
Ama bir yalnızlık var senin tarafında
Benim tarafım ana baba günü
Heybemde ne varsa çıkarıp koymuşum yanı başıma
Masa bunca yükü kaldırmaz dedikçe
Ceplerimden sen’li şiirler taşıyor

Bu kadar olacağız masada sanırken
Sen gülümsemeye başlıyorsun
Kaz ayaklarından çocukluğuma pencereler açılıyor
Koyuyorsun yanına

Sen gülümsedikçe daha bir zenginleşiyor masamız
Kahkahaların halil ibrahim bereketi
Suskunluğun afrika

Kahvenin yanına tatlı söylemiyoruz
Avuç içlerinden öpüyorum onun yerine
Sevda komasına gireceğim aşırı dozda sen’den

Sen konuştukça heybemdekiler git gide ıskartaya çıkıyor
Yanı başım sen’den geçilmiyor
Masa sen’in güzelliğini kaldıramıyor
Kalabalık oluyoruz gözlerinle
Mekana sığamıyoruz
Tebdil-i mekanda ferahlık vardır diyip
Harbiyeye geçiyoruz
Gözlerin dolduruyor bütün konser alanını
Sen’li şiirlerim gözlerinin söylediği şarkılara yenik düşüyor

Masada dört kişi kalıyoruz
Ben, Mazhar, Fuat, Özkan
Sarhoşluğumuz geçemiyor halen

Yine Gelsen

Bak yine aynı yerdeyim.
Bıraktığın kaldırımda çöktüm kaldım.
Elimde kitabım,
Arasında saçlarından topladığım çiçekle.

Yine çıkıp gelsen,
Ben sözcüklerin arasında kaybolmuşken.
Seninle daha fazla bir anlama binse kelimelerim.
Beraber söylesek isyan şiirlerini.
Gözlerinde canlansa bütün edebiyat akımları.

Tekrar dönsen şu köşeyi ansızın.
Kalemimi masaya, başımı omzuna bıraksam.
Saklanmasak keşke artık yazdıklarımızın arkasına.
Zira bütün yazdıklarımız tezahür etmekte gözlerimizde
Gözce konuşsak ve anlasak yazdıklarımızı.